Ra'
Forum Koordinatör
- Katılım
- 25 Şubat 2025
- Mesajlar
- 1.469
- Tepkime puanı
- 92
- Puan
- 48
Dehli Müslüman-Türk Devleti hükümdarı. İsmi Balaban olup Türk’tür. Ecdadı, Kıpçak boylarındandır. Babası, on bin çadırdan meydana gelen el-Beri kabilesinin başbuğu idi. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. 1287 (H. 686) senesinde Delhi’de vefat etti. Sultan İltutmuş’un kabri civarındaki kabri halen harabe halindedir.
Balaban, Aybek’in kurduğu Dehli Memluk Devleti’nin İltutmuş’dan sonraki en büyük hükümdarıdır. İltutmuş’un çocukları zamanında çökmeye ve dağılmaya yüz tutan Türk Devleti’ni yeniden kuvvetlendiren ve Hindistan’ı Moğol istilasından koruyan Balaban, parlak fetihleriyle müslümanların nüfuzunu genişletip kuvvetlendirdi.
Gençliğinde küçük kardeşi ile beraber Moğolların elinde esir olan Balaban, önce Bağdad’a, sonra Gücerat’a götürülüp esir diye satıldı. İlmi ve dürüstlüğüyle tanınan Hoca Cemaleddin Basri isimli bir zat tarafından satın alındı. O zattan ilim öğrendi, iyi bir terbiye ile yetiştirildi. 1232 (H. 630)’da Dehli’ye götürülerek Sultan İltutmuş’a takdim edildi. Balaban’ın zeka ve kabiliyyetini gören Sultan, onu kendi hizmetine aldı. O günden sonra yıldızı parladı ve kırk kişiden meydana gelen devletin üst seviyedeki yöneticileri arasında yer aldı.
Alaeddin Mes’ud zamanında emir-i hacibliğe yükselen Balaban, 1245’de Sind’i istila eden ve Uçha’yı kuşatan Moğollara karşı harekete geçerek, hükümdarı ve emri altındaki beyleri harbe teşvik etti. Kazandığı zaferlerle Moğolların ellerindeki binlerce müslüman ve hindli esiri kurtararak Hindistan’ın Moğollarca istilasını önledi. Kazandığı bu zafer ile şöhreti her yere yayıldı. Halk ve beyler arasında büyük itibar kazandı.
1246 (H. 644) senesinde Sultan Nasirüddin Mahmud tahta geçince devlet idaresini eline aldı. Kızını, Sultan Nasirüddin Mahmud ile evlendirdi. Balaban, melik ünvanı yerine han ünvanını aldı. Az zaman sonra da idari ve askeri bütün işlerde hükümdarın naibliğine yani vekilliğine tayin edildi. İlk iş olarak devlet idaresine sızan fitnecileri azledip, topluluklarını dağıtan Balaban’ın ordu ve halk üzerindeki nüfuzu arttı. Fakat sarayda onun başarılarını çekemeyen, mevki ve makam sahrbi kimseler de vardı. Bunlardan Hindu dönme İmadüddin Reyhan, çeşitli gizli hile ve entrikalarla, hükümdarı, Balaban aleyhindeki iftiralara inandırdı. Bunun sonunda 1253 (H. 651) senesinde Balaban iş başından uzaklaştırıldı ve taraftarları azledildi. Vilayetlerde hoşnutsuzluk ve anarşi çıkması üzerine 1254 (H. 652) senesinde, Balaban tekrar işbaşına getirildi. Devlet, böylece ehil ellerde emniyet altına alındı. Balaban hizmet aşkı ile işe başlayıp kısa zamanda eski nizam ve intizamı sağlayıp memleketin huzurunu te’min etti. Müslüman köyleri yakıp yıkan hindli isyancıları bastırtıp, ocaklarını kuruttu.
İltutmuş soyundan gelen Sultan Nasiruddin Mahmud’un vefatı üzerine Balaban, “Es-Sultan-ül-muazzam, Gıyas-üd-dünya veddin” ünvanı ile 1266 yılında Delhi Türk Sultanlığı tahtına geçti. Sarayda ve devlet nizamında düzenlemeler yaptı. Yirmi iki yıllık saltanatı boyunca, adaletten ayrılmadı. Affetmeyi severdi. Kurduğu düzenli ordu ile Moğollarla mücadele etti.
Bingali valiliğine tayin ettiği kölelerinden Tuğrul Han, memleketinin uzaklığını ve Sultan’ın Moğollarla uğraşmasını fırsat bilerek isyan bayrağını açtı ve sultanlığını ilan etti. İsyanı bastırmak için önce bir ordu gönderen Balaban, sonra ordusunun başında, isyan merkezine hareket etti. Tuğrul Han, hazine ve fillerini alarak uzaklara çekildi. Onu yakalamadan Dehli’ye dönmeyeceğini bildiren Balaban, Tuğrul’u yakalayıp cezalandırdı ve Bingali’ye ikinci oğlu Mahmud Buğra Han’ı vali tayin etti. Sonra asilerin halini gösterip; “Olur ki bir gün müfsit bir nankör sana, Dehli’yi dinleme, sultanın buyruklarına uyma der. O vakit sen, cezalarını gören şu kimseleri hatırla. Benini sözümü unutma ve bil ki, Hint, Sint, Mevla, Gücerat, Laknarti (Bengal), Senargaon’da bulunan, haraç ve cizye veren hükümdar ve valiler, Dehli sultanına karşı ayaklanıp kılıca sarılsalar; kendilerinin, çoluk-çocuklarının, adam ve oymaklarının sonu, Tuğrul ve Tuğrullarınkiler gibi olacaktır” dedi. Sonra da Dehli’ye döndü. Bu büyük gaileden kurtulmuş olan Sultan, çok geçmeden büyük oğlu Muhammed’in 1285 (H. 684) de Pencab’a giren Moğol orduları ile yaptığı harpte şehid olduğu haberini aldı. Alimleri, salih ve velileri himaye eden fazilet sahibi veliahdının şehadeti, Balaban’ı ziyadesiyle sarstı. O zaman seksen yaşında olan Balaban, öteki oğlu Buğra Han’ı Bengal’den getirip veliaht yaptı. Buğra Han, Bengal’i daha iyi bulup oraya gidince, Balaban, Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i veliahtlığa getirdi ve 1287 (H. 686) tarihinde vefat etti.
Her işini alimlere danışan, kadılara ve müftilere hürmet eden bir sultan olan Balaban, hazarda ve seferde gece de dahil ibadetini terketmezdi. Mübarek yerlerde uyumadan sabahlar, cemaate iştirak eder, Abdestsiz dolaşmazdı. Cum’a namazını eda ettikten sonra bulunduğu yerdeki alimlerin, salihlerin, velilerin kabirlerini ziyaret ederdi. Sonra Şeyh Burhaneddin Balki, Mevlana Siraeddin Senceri, Kadı Şerefüddin Velvaci ve Mevlana Necmeddin Dımeşki gibi zatları ziyaret eder, dualarını alırdı. Din idamlarının ve ileri gelenlerin cenazelerine katılır, vefat eden zatın yakınlarına geçimleri için maaş bağlardı. Atı üzerinde giderken Kur’an-ı kerim okunduğunu işitse, hemen iner, halkın arasına oturur, sonuna kadar dinlerdi. Halis bir müslümandı. Moğol istilasından Hindistan’a iltica eden garip müslümanlara kucak açıp, büyük yardımlarda bulundu. İnsanlar bu adil sultan zamanında rahat ve huzur içinde yaşadılar.
Balaban’ın saltanatı, ilmin ve san’atın gelişmesi bakımından da dikkate şayandır. Devrinde büyük şairler yetişti. Alim ve san’atkarlar himaye gördü. Feridüddin Mes’ud, Sadrüddin bin Bahaüddin Zekeriyya, Bedrüddin Gaznevi gibi salihler; Hamidüddin, Bedrüddin Dımeşki, Hüsameddin gibi tıb alimleri; Emir Hüsev Dehlevi ve Hasen Dehlevi gibi büyük iairler, Balaban’ın devrinde yetişip limaye görenlerdendir.
Alimlere hürmette kusur etmeyen Balaban’ın kendisi de ilim sahibi idi. Ona göre; bir hükümdar şu dört işi yapmakla kurtulur. Birincisi; dini koruyup, onun emir ve yasaklarını tatbik etmek, ikincisi; ahlaksızlığı, suçları, günah, israf ve sefaleti yok etmek. Üçüncüsü; dindar, Allah corkusu olan ve asil görevliler tayin etmek. Dördüncüsü; adaletin tatbik edilmesine dikkat etmek idi. Bu sebeble şöyle demiştir; “Benim bütün yapabileceğim, zalimlerin zulmünü kaldırmak ve kanun karşısında herkesin eşit olmasını te’mindir. Devletin ihtişamı, tebeayı (halkı) sadık ve disiplinli kılabilmesine bağlıdır. Zalim hükümdar, rüzgar altında mum gibidir.”
İbn-i Battuta’nın da bildirdiğine göre, Dehli müslüman-Türk Devleti’nin büyük hükümdarı Balaban; adaletli, faziletli ve güzel ahlak sahibi bir zat idi. İnsanlara hizmeti sever, onların dualarını almaktan zevk duyardı. Fakir, fukara, yetim, borçlu ve mazlum kimselerin himaye gördüğü Dar-ül-emin isminde hayırlı iş ve hizmetler gören bir merkez yaptırdı.
Teşrifat usullerine yerli yerince riayet etmesine rağmen, hususi hayatı çok sade idi. Nizam ve intizamı sever, en mahremlerinin yanına bile düzgün bir kıyafetle çıkardı. Ciddiyeti sever, şakadan, eğlenceden, maskaralardan, dalkavuklardan, soytarılardan hoşlanmazdı. Kahkaha ile güldüğü görülmedi. Bundan dolayı en yakınları dahi, ona karşı sevgi ve korku ile karışık bir hürmet duyarlardı.
Balaban, devlet menfaatini ve devleti temsil eden sultanın nüfuzunu her şeyin üstünde tutardı. Lüzum gördüğünde gerekli cezayı vermekten çekinmezdi. Nefsine hakim olup, hiç kimseye ve hiç bir şeye karşı zaaf (meyil) göstermezdi. Uzun ömrü boyunca iman, irade ve çalışma azminden hiç bir şey kaybetmedi. İcraatları, güzel ahlak ve siyasetiyle, orta çağ Türk tarihinin en büyük hükümdarları arasında yer aldı.
Balaban, Aybek’in kurduğu Dehli Memluk Devleti’nin İltutmuş’dan sonraki en büyük hükümdarıdır. İltutmuş’un çocukları zamanında çökmeye ve dağılmaya yüz tutan Türk Devleti’ni yeniden kuvvetlendiren ve Hindistan’ı Moğol istilasından koruyan Balaban, parlak fetihleriyle müslümanların nüfuzunu genişletip kuvvetlendirdi.
Gençliğinde küçük kardeşi ile beraber Moğolların elinde esir olan Balaban, önce Bağdad’a, sonra Gücerat’a götürülüp esir diye satıldı. İlmi ve dürüstlüğüyle tanınan Hoca Cemaleddin Basri isimli bir zat tarafından satın alındı. O zattan ilim öğrendi, iyi bir terbiye ile yetiştirildi. 1232 (H. 630)’da Dehli’ye götürülerek Sultan İltutmuş’a takdim edildi. Balaban’ın zeka ve kabiliyyetini gören Sultan, onu kendi hizmetine aldı. O günden sonra yıldızı parladı ve kırk kişiden meydana gelen devletin üst seviyedeki yöneticileri arasında yer aldı.
Alaeddin Mes’ud zamanında emir-i hacibliğe yükselen Balaban, 1245’de Sind’i istila eden ve Uçha’yı kuşatan Moğollara karşı harekete geçerek, hükümdarı ve emri altındaki beyleri harbe teşvik etti. Kazandığı zaferlerle Moğolların ellerindeki binlerce müslüman ve hindli esiri kurtararak Hindistan’ın Moğollarca istilasını önledi. Kazandığı bu zafer ile şöhreti her yere yayıldı. Halk ve beyler arasında büyük itibar kazandı.
1246 (H. 644) senesinde Sultan Nasirüddin Mahmud tahta geçince devlet idaresini eline aldı. Kızını, Sultan Nasirüddin Mahmud ile evlendirdi. Balaban, melik ünvanı yerine han ünvanını aldı. Az zaman sonra da idari ve askeri bütün işlerde hükümdarın naibliğine yani vekilliğine tayin edildi. İlk iş olarak devlet idaresine sızan fitnecileri azledip, topluluklarını dağıtan Balaban’ın ordu ve halk üzerindeki nüfuzu arttı. Fakat sarayda onun başarılarını çekemeyen, mevki ve makam sahrbi kimseler de vardı. Bunlardan Hindu dönme İmadüddin Reyhan, çeşitli gizli hile ve entrikalarla, hükümdarı, Balaban aleyhindeki iftiralara inandırdı. Bunun sonunda 1253 (H. 651) senesinde Balaban iş başından uzaklaştırıldı ve taraftarları azledildi. Vilayetlerde hoşnutsuzluk ve anarşi çıkması üzerine 1254 (H. 652) senesinde, Balaban tekrar işbaşına getirildi. Devlet, böylece ehil ellerde emniyet altına alındı. Balaban hizmet aşkı ile işe başlayıp kısa zamanda eski nizam ve intizamı sağlayıp memleketin huzurunu te’min etti. Müslüman köyleri yakıp yıkan hindli isyancıları bastırtıp, ocaklarını kuruttu.
İltutmuş soyundan gelen Sultan Nasiruddin Mahmud’un vefatı üzerine Balaban, “Es-Sultan-ül-muazzam, Gıyas-üd-dünya veddin” ünvanı ile 1266 yılında Delhi Türk Sultanlığı tahtına geçti. Sarayda ve devlet nizamında düzenlemeler yaptı. Yirmi iki yıllık saltanatı boyunca, adaletten ayrılmadı. Affetmeyi severdi. Kurduğu düzenli ordu ile Moğollarla mücadele etti.
Bingali valiliğine tayin ettiği kölelerinden Tuğrul Han, memleketinin uzaklığını ve Sultan’ın Moğollarla uğraşmasını fırsat bilerek isyan bayrağını açtı ve sultanlığını ilan etti. İsyanı bastırmak için önce bir ordu gönderen Balaban, sonra ordusunun başında, isyan merkezine hareket etti. Tuğrul Han, hazine ve fillerini alarak uzaklara çekildi. Onu yakalamadan Dehli’ye dönmeyeceğini bildiren Balaban, Tuğrul’u yakalayıp cezalandırdı ve Bingali’ye ikinci oğlu Mahmud Buğra Han’ı vali tayin etti. Sonra asilerin halini gösterip; “Olur ki bir gün müfsit bir nankör sana, Dehli’yi dinleme, sultanın buyruklarına uyma der. O vakit sen, cezalarını gören şu kimseleri hatırla. Benini sözümü unutma ve bil ki, Hint, Sint, Mevla, Gücerat, Laknarti (Bengal), Senargaon’da bulunan, haraç ve cizye veren hükümdar ve valiler, Dehli sultanına karşı ayaklanıp kılıca sarılsalar; kendilerinin, çoluk-çocuklarının, adam ve oymaklarının sonu, Tuğrul ve Tuğrullarınkiler gibi olacaktır” dedi. Sonra da Dehli’ye döndü. Bu büyük gaileden kurtulmuş olan Sultan, çok geçmeden büyük oğlu Muhammed’in 1285 (H. 684) de Pencab’a giren Moğol orduları ile yaptığı harpte şehid olduğu haberini aldı. Alimleri, salih ve velileri himaye eden fazilet sahibi veliahdının şehadeti, Balaban’ı ziyadesiyle sarstı. O zaman seksen yaşında olan Balaban, öteki oğlu Buğra Han’ı Bengal’den getirip veliaht yaptı. Buğra Han, Bengal’i daha iyi bulup oraya gidince, Balaban, Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i veliahtlığa getirdi ve 1287 (H. 686) tarihinde vefat etti.
Her işini alimlere danışan, kadılara ve müftilere hürmet eden bir sultan olan Balaban, hazarda ve seferde gece de dahil ibadetini terketmezdi. Mübarek yerlerde uyumadan sabahlar, cemaate iştirak eder, Abdestsiz dolaşmazdı. Cum’a namazını eda ettikten sonra bulunduğu yerdeki alimlerin, salihlerin, velilerin kabirlerini ziyaret ederdi. Sonra Şeyh Burhaneddin Balki, Mevlana Siraeddin Senceri, Kadı Şerefüddin Velvaci ve Mevlana Necmeddin Dımeşki gibi zatları ziyaret eder, dualarını alırdı. Din idamlarının ve ileri gelenlerin cenazelerine katılır, vefat eden zatın yakınlarına geçimleri için maaş bağlardı. Atı üzerinde giderken Kur’an-ı kerim okunduğunu işitse, hemen iner, halkın arasına oturur, sonuna kadar dinlerdi. Halis bir müslümandı. Moğol istilasından Hindistan’a iltica eden garip müslümanlara kucak açıp, büyük yardımlarda bulundu. İnsanlar bu adil sultan zamanında rahat ve huzur içinde yaşadılar.
Balaban’ın saltanatı, ilmin ve san’atın gelişmesi bakımından da dikkate şayandır. Devrinde büyük şairler yetişti. Alim ve san’atkarlar himaye gördü. Feridüddin Mes’ud, Sadrüddin bin Bahaüddin Zekeriyya, Bedrüddin Gaznevi gibi salihler; Hamidüddin, Bedrüddin Dımeşki, Hüsameddin gibi tıb alimleri; Emir Hüsev Dehlevi ve Hasen Dehlevi gibi büyük iairler, Balaban’ın devrinde yetişip limaye görenlerdendir.
Alimlere hürmette kusur etmeyen Balaban’ın kendisi de ilim sahibi idi. Ona göre; bir hükümdar şu dört işi yapmakla kurtulur. Birincisi; dini koruyup, onun emir ve yasaklarını tatbik etmek, ikincisi; ahlaksızlığı, suçları, günah, israf ve sefaleti yok etmek. Üçüncüsü; dindar, Allah corkusu olan ve asil görevliler tayin etmek. Dördüncüsü; adaletin tatbik edilmesine dikkat etmek idi. Bu sebeble şöyle demiştir; “Benim bütün yapabileceğim, zalimlerin zulmünü kaldırmak ve kanun karşısında herkesin eşit olmasını te’mindir. Devletin ihtişamı, tebeayı (halkı) sadık ve disiplinli kılabilmesine bağlıdır. Zalim hükümdar, rüzgar altında mum gibidir.”
İbn-i Battuta’nın da bildirdiğine göre, Dehli müslüman-Türk Devleti’nin büyük hükümdarı Balaban; adaletli, faziletli ve güzel ahlak sahibi bir zat idi. İnsanlara hizmeti sever, onların dualarını almaktan zevk duyardı. Fakir, fukara, yetim, borçlu ve mazlum kimselerin himaye gördüğü Dar-ül-emin isminde hayırlı iş ve hizmetler gören bir merkez yaptırdı.
Teşrifat usullerine yerli yerince riayet etmesine rağmen, hususi hayatı çok sade idi. Nizam ve intizamı sever, en mahremlerinin yanına bile düzgün bir kıyafetle çıkardı. Ciddiyeti sever, şakadan, eğlenceden, maskaralardan, dalkavuklardan, soytarılardan hoşlanmazdı. Kahkaha ile güldüğü görülmedi. Bundan dolayı en yakınları dahi, ona karşı sevgi ve korku ile karışık bir hürmet duyarlardı.
Balaban, devlet menfaatini ve devleti temsil eden sultanın nüfuzunu her şeyin üstünde tutardı. Lüzum gördüğünde gerekli cezayı vermekten çekinmezdi. Nefsine hakim olup, hiç kimseye ve hiç bir şeye karşı zaaf (meyil) göstermezdi. Uzun ömrü boyunca iman, irade ve çalışma azminden hiç bir şey kaybetmedi. İcraatları, güzel ahlak ve siyasetiyle, orta çağ Türk tarihinin en büyük hükümdarları arasında yer aldı.