Ra'
Forum Master
- Katılım
- 25 Şubat 2025
- Mesajlar
- 879
- Tepkime puanı
- 74
- Puan
- 28
İçlerinden Birisi İnt*har Edene Kadar Hiç Kimseyle İletişime Geçmeyen İkizlerin Gizemli Hikâyesi
İnsanlık tarihi boyunca gizemi bir türlü çözülemeyen, insan aklının algılamakta dahi zorlandığı pek çok vaka vardır.
Tarihe 'The Silent Twins' olarak geçen Gibons kardeşlerin gizemi de, yine bizlerin cevap bulamadığı ve beynimizi yakan en ilginç olaylardan birisidir...
İkizlerin zihinsel ve duygusal anlamda birbirleriyle olan ilişkileri, psikoloji biliminin cevap bulmakta zorlandığı bir problem olmuştur her zaman.
June ve Jennifer Gibbons adlı kız kardeşler 1963 senesinde, Barbados Adası’nda dünyaya gelmişler.
İkizlerin doğumundan kısa bir süre sonra ise ikizlerin ailesi Galler’e taşınmaya karar vermiş.
Tahmin ettiğiniz üzere, 1960’lı yıllarda halen ırkçılık denilen hastalıklı salgın varlığını sürdürüyormuş ve bu salgından ikizler de nasiplerine düşeni almışlar elbette.
Önceleri sokakta oyun arkadaşları tarafından aşağılanmış ikizler, sonrasında okula başlamışlar ve ırkçı tepkilerle burada da karşılaşmışlar.
Bu travmalardan sonra, kendilerini tüm dünyaya ‘The Silent Twins’ olarak tanıtmalarını sağlayacak davranış şeklini belirlemişler: Sadece birbirlerinin anlayacağı dille, kendi aralarında konuşmak.
Bu ikizler doğdukları andan itibaren etle tırnak gibi birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar; o kadar ki, kendi aralarında kimsenin anlayamadığı özel bir dil geliştiriyorlar ve bu dile de “cryptophasia” ismini veriyorlar.
İkizler, hiç kimseyle iletişim kurmamaya, kimseyle konuşmamaya başlamış. Sadece kendi aralarında konuşuyorlarmış.
İzole bir hayat yaşayan bu ikili, sadece birbirlerinin anlayabildiği kriptofazik bir dilde konuşup, başka kimsenin anlamadığı bir şekilde anlaşmışlar senelerce.
Kriptofaziyi en basit haliyle, ikiz bebeklerin kendi aralarında şifreli bir dil oluşturup konuşması olayı olarak tanımlayabiliriz.
Çevrelerindeki tek siyahi çocuklar olan ikizler, kendi aralarında İngilizceyi andırsa da bür türlü anlaşılmayan bir dilde, çok hızlı bir biçimde konuşuyormuş.
İkizlerin arasında konuştuğu bu dili, çevrelerindeki kimse anlamıyor. Taşındıktan sonra gittikleri okulda, sadece kendilerinin siyahi olması, dışlanmalarına sebep olunca da, bu dil iyice kuvvetleniyor; giderek daha anlaşılmaz bir hal alıyor.
Bu da yetmezmiş gibi, zamanla birbirlerinin verdiği anlık tepkileri bile taklit eder hale geliyor ve adeta birbirlerinin aynası oluyorlar…
Giderek birbirlerine daha fazla bağlanan ikizler, en sonunda küçük kardeşleri Rose dışında hiç kimseyle konuşmamaya başlıyorlar.
Bu tehlikeli gidişat yüzünden, ikizler 14 yaşlarına geldiğinde, terapistleri onları ayırma kararı alıyor ve ikisi de farklı yatılı okullara gönderiliyorlar.
Ama nafile. Bu ayrılık bile onları başkalarıyla iletişim kurmaya itmiyor. Tekrar bir araya geldiklerinde, birkaç yıl boyunca kendilerini odaya kapatıp orada herkesten ve her şeyden izole bir yaşam sürüyorlar.
Hiçbir koşulda başkalarıyla iletişim kurmayan ikizler, en sonunda bir karar alıyorlar: “Eğer bir gün, birimiz ölürse, diğerimiz normal bir hayat yaşayacak ve diğerleriyle konuşacak.”
Gibbons ikizleri, kendilerini odaya kapattıkları dönemde, pembe dizi tadında birçok öykü yazıyorlar. Bu öyküleri bazen kardeşlerine sesli bir şekilde okudukları da oluyor…
Zamanla bu işi ciddiye alan ikizler, posta ile çalışan bir yaratıcı yazarlık kursuna da katılıyorlar ve çeşitli romanlar yazıyorlar.
Yazdıkları roman ve öykülerdeki korkutucu detaysa, karakterlerin oldukça tuhaf olan davranışları ve suça yatkınlıkları. Sonrasında bu romanları dergilerde bastırmak istiyorlar ama bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Bu garip ikizlerin, ilerleyen yıllarda birbirlerini öldürme girişimleri de oluyor… Biri diğerini radyo kablosuyla boğmaya; diğeri ise ikizini köprüden atmaya çalışıyor…

Jennifer ve June, daha sonra çeşitli suçlar işliyorlar ve 14 yıl boyunca kalacakları akıl hastanesine gönderiliyorlar. Hastanede, yüksek dozda ilaç tedavisine maruz kaldıkları için Jennifer’da zamanla bizim “tik” dediğimiz kendini tekrarlayan istemsiz hareketler oluşuyor.
Sonra kardeşlere verilen ilaçların dozu azaltılıyor; ki eskisi gibi öykü, roman yazabilsinler. Ancak ikizler yazma yeteneklerini çoktan kaybettikleri için, bir daha herhangi bir şey yazamıyorlar.
Akıl hastanesine kapatılan ikizler için çeşitli basın organlarında “Dahi ikizler konuşmuyorlar” şeklinde haberler yapılıyor…

Elbette, boş bir haber değil bu. Hastanede yapılan zeka testlerinin referansıyla. Yani ikizler gerçekten de, çok zekiler. Bu haber sayesinde, haberi yapan Marjorie Wallece, ikizlerin tek arkadaşı oluyor.
Zamanında kendilerine: Hiçbir koşulda başkalarıyla iletişim kurmayan ikizler, en sonunda bir karar alıyorlar: “Eğer bir gün, birimiz ölürse, diğerimiz normal bir hayat yaşayacak ve diğerleriyle konuşacak.”
ikizler yıllar önce bir anlaşma yapmışlardı… İşte sonunda o anlaşmanın günü geliyor ve ikizler, aralarından birinin ölmesi gerektiğine karar veriyorlar…

Uzun tartışmaların ardından da Jennifer, kendini öldürmeyi kabul ediyor. Hatta bu kararlarını, tek arkadaşları olan Wallace’ın kulağına şöyle fısıldıyor: “Marjorie, ben öleceğim. Karara vardık.”
1993 yılı Mart ayı… İkizler başka bir hastaneye transfer edilirken, yolculuk boyunca Jennifer, June’un omzunda uyuyor. Ve bir daha uyanmıyor. Jennifer’i hemen hastaneye götürüyorlar. Vücudunda hiçbir ilaç veya zehire rastlanmıyor.
Başta kalp krizi ya da zehirlenmeden şüphelenilse de otopsi sonrasında ölüm sebebi bulunamamış ve Jennifer’in ölümüne sebep olan şey geldiğimiz şu günde dahi bilinmiyor.
Jennifer’in ölümünden sonra sorguya alınan June, kardeşinin ölmesi gerektiğini ve onun ölümüyle birlikte artık hayatının sadece kendisine ait olduğunu söyledi.
June, kardeşinin ölümünden sonra toplumsal iletişim anlamında olumlu bir gelişim göstererek, topluma kabul edildi ve halen ailesiyle Batı Galler’de yaşamını sürdürüyor.
- ALINTI -
İnsanlık tarihi boyunca gizemi bir türlü çözülemeyen, insan aklının algılamakta dahi zorlandığı pek çok vaka vardır.
Tarihe 'The Silent Twins' olarak geçen Gibons kardeşlerin gizemi de, yine bizlerin cevap bulamadığı ve beynimizi yakan en ilginç olaylardan birisidir...
İkizlerin zihinsel ve duygusal anlamda birbirleriyle olan ilişkileri, psikoloji biliminin cevap bulmakta zorlandığı bir problem olmuştur her zaman.
June ve Jennifer Gibbons adlı kız kardeşler 1963 senesinde, Barbados Adası’nda dünyaya gelmişler.
İkizlerin doğumundan kısa bir süre sonra ise ikizlerin ailesi Galler’e taşınmaya karar vermiş.
Tahmin ettiğiniz üzere, 1960’lı yıllarda halen ırkçılık denilen hastalıklı salgın varlığını sürdürüyormuş ve bu salgından ikizler de nasiplerine düşeni almışlar elbette.
Önceleri sokakta oyun arkadaşları tarafından aşağılanmış ikizler, sonrasında okula başlamışlar ve ırkçı tepkilerle burada da karşılaşmışlar.
Bu travmalardan sonra, kendilerini tüm dünyaya ‘The Silent Twins’ olarak tanıtmalarını sağlayacak davranış şeklini belirlemişler: Sadece birbirlerinin anlayacağı dille, kendi aralarında konuşmak.
Bu ikizler doğdukları andan itibaren etle tırnak gibi birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar; o kadar ki, kendi aralarında kimsenin anlayamadığı özel bir dil geliştiriyorlar ve bu dile de “cryptophasia” ismini veriyorlar.
İkizler, hiç kimseyle iletişim kurmamaya, kimseyle konuşmamaya başlamış. Sadece kendi aralarında konuşuyorlarmış.
İzole bir hayat yaşayan bu ikili, sadece birbirlerinin anlayabildiği kriptofazik bir dilde konuşup, başka kimsenin anlamadığı bir şekilde anlaşmışlar senelerce.
Kriptofaziyi en basit haliyle, ikiz bebeklerin kendi aralarında şifreli bir dil oluşturup konuşması olayı olarak tanımlayabiliriz.
Çevrelerindeki tek siyahi çocuklar olan ikizler, kendi aralarında İngilizceyi andırsa da bür türlü anlaşılmayan bir dilde, çok hızlı bir biçimde konuşuyormuş.
İkizlerin arasında konuştuğu bu dili, çevrelerindeki kimse anlamıyor. Taşındıktan sonra gittikleri okulda, sadece kendilerinin siyahi olması, dışlanmalarına sebep olunca da, bu dil iyice kuvvetleniyor; giderek daha anlaşılmaz bir hal alıyor.
Bu da yetmezmiş gibi, zamanla birbirlerinin verdiği anlık tepkileri bile taklit eder hale geliyor ve adeta birbirlerinin aynası oluyorlar…
Giderek birbirlerine daha fazla bağlanan ikizler, en sonunda küçük kardeşleri Rose dışında hiç kimseyle konuşmamaya başlıyorlar.
Bu tehlikeli gidişat yüzünden, ikizler 14 yaşlarına geldiğinde, terapistleri onları ayırma kararı alıyor ve ikisi de farklı yatılı okullara gönderiliyorlar.
Ama nafile. Bu ayrılık bile onları başkalarıyla iletişim kurmaya itmiyor. Tekrar bir araya geldiklerinde, birkaç yıl boyunca kendilerini odaya kapatıp orada herkesten ve her şeyden izole bir yaşam sürüyorlar.
Hiçbir koşulda başkalarıyla iletişim kurmayan ikizler, en sonunda bir karar alıyorlar: “Eğer bir gün, birimiz ölürse, diğerimiz normal bir hayat yaşayacak ve diğerleriyle konuşacak.”
Gibbons ikizleri, kendilerini odaya kapattıkları dönemde, pembe dizi tadında birçok öykü yazıyorlar. Bu öyküleri bazen kardeşlerine sesli bir şekilde okudukları da oluyor…
Zamanla bu işi ciddiye alan ikizler, posta ile çalışan bir yaratıcı yazarlık kursuna da katılıyorlar ve çeşitli romanlar yazıyorlar.
Yazdıkları roman ve öykülerdeki korkutucu detaysa, karakterlerin oldukça tuhaf olan davranışları ve suça yatkınlıkları. Sonrasında bu romanları dergilerde bastırmak istiyorlar ama bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Bu garip ikizlerin, ilerleyen yıllarda birbirlerini öldürme girişimleri de oluyor… Biri diğerini radyo kablosuyla boğmaya; diğeri ise ikizini köprüden atmaya çalışıyor…

Jennifer ve June, daha sonra çeşitli suçlar işliyorlar ve 14 yıl boyunca kalacakları akıl hastanesine gönderiliyorlar. Hastanede, yüksek dozda ilaç tedavisine maruz kaldıkları için Jennifer’da zamanla bizim “tik” dediğimiz kendini tekrarlayan istemsiz hareketler oluşuyor.
Sonra kardeşlere verilen ilaçların dozu azaltılıyor; ki eskisi gibi öykü, roman yazabilsinler. Ancak ikizler yazma yeteneklerini çoktan kaybettikleri için, bir daha herhangi bir şey yazamıyorlar.
Akıl hastanesine kapatılan ikizler için çeşitli basın organlarında “Dahi ikizler konuşmuyorlar” şeklinde haberler yapılıyor…

Elbette, boş bir haber değil bu. Hastanede yapılan zeka testlerinin referansıyla. Yani ikizler gerçekten de, çok zekiler. Bu haber sayesinde, haberi yapan Marjorie Wallece, ikizlerin tek arkadaşı oluyor.
Zamanında kendilerine: Hiçbir koşulda başkalarıyla iletişim kurmayan ikizler, en sonunda bir karar alıyorlar: “Eğer bir gün, birimiz ölürse, diğerimiz normal bir hayat yaşayacak ve diğerleriyle konuşacak.”
ikizler yıllar önce bir anlaşma yapmışlardı… İşte sonunda o anlaşmanın günü geliyor ve ikizler, aralarından birinin ölmesi gerektiğine karar veriyorlar…

Uzun tartışmaların ardından da Jennifer, kendini öldürmeyi kabul ediyor. Hatta bu kararlarını, tek arkadaşları olan Wallace’ın kulağına şöyle fısıldıyor: “Marjorie, ben öleceğim. Karara vardık.”
1993 yılı Mart ayı… İkizler başka bir hastaneye transfer edilirken, yolculuk boyunca Jennifer, June’un omzunda uyuyor. Ve bir daha uyanmıyor. Jennifer’i hemen hastaneye götürüyorlar. Vücudunda hiçbir ilaç veya zehire rastlanmıyor.
Başta kalp krizi ya da zehirlenmeden şüphelenilse de otopsi sonrasında ölüm sebebi bulunamamış ve Jennifer’in ölümüne sebep olan şey geldiğimiz şu günde dahi bilinmiyor.
Jennifer’in ölümünden sonra sorguya alınan June, kardeşinin ölmesi gerektiğini ve onun ölümüyle birlikte artık hayatının sadece kendisine ait olduğunu söyledi.
June, kardeşinin ölümünden sonra toplumsal iletişim anlamında olumlu bir gelişim göstererek, topluma kabul edildi ve halen ailesiyle Batı Galler’de yaşamını sürdürüyor.
- ALINTI -