Ra'
Forum Kordinatör
- Katılım
- 25 Şubat 2025
- Mesajlar
- 1.017
- Tepkime puanı
- 75
- Puan
- 48
M.S. 2.-3. yüzyıllarla tarihlenen Roma döneminden kalma bir ayna.
Tarihten Bugüne Ayna
İnsan tarih öncesinden bugüne görüntüler ve yansımalarla ilgilenmiştir. İlk zamanlar parlak taşlar, su ve metal yüzeylerde kendi yansımalarını seyreden insanlar, ayna yapımından sonra kendi görüntülerini aynada seyretmeye başlamışlardır.[1]
İlkel ya da uygar birçok toplumda insan beğenilme duygusunu bu araç sayesinde doyuma ulaştırmıştır. Özgüven ve heyecan veren bu fenomen, birçok toplumda güç, şans ve samimiyet aracı olarak ifade bulmuştur. Bu bakımdan ayna, kişinin kendisini, dostlarını ve çevresini kabullenmesine aracılık etmiştir.[2]
Aynanın uzun bir geçmişi olduğu söylenebilir. Antik Çağlar’dan günümüze bu fenomen gizemli ve büyüleyici olarak bilinir. Metal ya da camdan yapılan ayna, tarihsel süreçte yapılış bakımından farklılık gösterse de işlevi açısından her zaman önemini korumuştur. Onun nasıl ve niçin ortaya çıktığı bilinirse etkisi de kendiliğinden ortaya çıkar.[3]
Ayna, sözlükte üzerine düşen ışıkları ve şekilleri yansıtan parlak bir nesne olarak ifade edilir.[4] Bu kelime, Farsça “âyîne“den gelmiştir. İlk önceleri cilalı demirden yapıldığı için “âyen” (demir) sözcüğüne binaen “ayna” denilmiştir.[49] Arapçası, akseden görüntü anlamındaki mir’âttır.[5][2]
Aynanın birden fazla özelliği vardır. Nesneleri olduğundan büyük ya da küçük gösterirler. Cin gibi soyut varlıklarla irtibat kurmada araç olarak da kullanılırlar. Hastanın ölüm anında nefes alıp almadığın anlamak için ağza ayna tutulur. Kararmaması için kılıf içerisinde tutulur. Paslanan aynalar, kil ve külle parlatılır. Nefes tutar, nefesten kararır. Hediye olarak verilir. Papağan konuşturmasında kullanılır. Pamuğa tutulursa yakar.[6]
Ayna, üzerine düşen görüntüyü olduğu gibi yansıtan bir nesnedir. O, yalan söylemez. Kendisine ne verilmişse onu aynen iade eder. Güzeli güzel, çirkini çirkin gösterir. Süslemez, yorum yapmaz. Genellikle gündüz bakılır. Geceleri bakılmaz. Çünkü ölümle korku arasında bir bağı çağrıştırır. Böylesi birçok özelliğinden dolayı ayna gizemli ve estetik bir öğe olarak sürekli insanın gündelik hayatında yer almıştır.
Alman Grimm Kardeşler tarafından yazılan bir halk masalı olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’de kötü kalpli cadı, her gün sihirli aynanın karşısına geçer ve şu cümleyi tekrar eder: “Ayna, ayna! Söyle bana. Bu dünyanın en güzeli kim, var mı benden güzeli?” Ayna sen, cevabını verir. Aslında bu doğru cevaptır. Çünkü henüz Pamuk Prenses yoktur. Fakat Pamuk Prenses büyüyüp güzel bir kız olunca ayna, cadıya hoşlanmayacağı başka bir doğruyu söyler. Dünyada en güzeli Pamuk Prenses’tir. Cadı, bu cevaptan hoşlanmaz ve kızı öldürmeye çalışır. Fakat her masalın sonunda olduğu gibi kötüler kaybeder, iyiler kazanır.
Masaldan anlaşılacağı gibi ayna, olduğu gibi yansıtan bir nesnedir. Yalansızdır. Kendisine yansıyan kişi nasılsa onu öylece gösterir. Kişinin kendisini bilmesini, tanımasını ve keşfetmesini sağlayan aynanın bu özelliği, onu birçok toplumda önemli kılmıştır.
Aynanın tarihine bakıldığında onun ilk olarak bundan sekiz bin yıl önce, Anadolu’da obsidyenden yapıldığı bilinmektedir. Anadolu’da asırlarca kullanılan obsidyen, volkanik patlamalar sonucu lavların soğumasıyla oluşan doğal camdır. Dünyanın en eski aynası, Çatal Höyük’te bulmuştur. Bu ayna, M.Ö. 6000’li yıllara aittir. Onun özelliği, obsidyenin bir yüzeyinin parlatılarak yapılmasıdır.
Mezopotamya’da ilk ayna M.Ö. 4000’lerde, Mısır’da ise M.Ö. 3000’lerde bakırın parlatılmasıyla elde edilmiştir. Obsidyen olmayınca bakır, bakır olmayınca ayna bronzun parlatılmasıyla yapılmıştır. Çinliler, M.Ö. 2000’lerde bronzu parlatarak aynayı elde etmişlerdir. Bu madenlerin olmadığı zamanlarda da insanlar su dolu kapları ya da parlatılmış katı taşları ayna olarak kullanmıştır.[2]
Japonya’da yapılan kazılarda, Yayoi Dönemi (M.Ö. 200 - MS 250) ve Kofun Dönemi (MS 250 - 552) kalma önemli insanların mezarlarından çok sayıda bronz ayna bulundu. Bu, bize Japonların da aynaların doğaüstü güçleri olduğunu düşündüklerini gösteriyor. Japonlar, bu tür aynaları festivaller ve şeytan çıkarma için kullandılar — aynalar gücün bir simgesiydi!
Asya aynalarının mistik çağrışımları, arka kısımlarına kalıplanmış desen ve yazıtlardan da görülebilir. Bir aynadaki desenlere bakalım ve bu desenlerin yapıldığı zamanın düşüncesini nasıl yansıttığını görelim. Geometrik Desenli ve Dört Ruhlu Ayna, Erken Han Hanedanlığı’nın sonundan Geç Han Hanedanlığı’na (yaklaşık M.Ö. 1. yüzyıldan M.S. 2. yüzyıla kadar) Çin’de çok sayıda yapılan bir ayna türünün bir örneğidir ve Japon Yayoi Dönemi’ne karşılık gelir. Bu aynaların çoğu, Kore aracılığıyla Japonya’ya getirilmiştir.
antik ayna
Geometrik Desenli ve Dört Ruhlu Ayna. Bronz, 18,3 cm çapında. Han Hanedanı, Çin. Kazı alanı bilinmiyor. (Kyoto Ulusal Müzesi)
Üstteki aynadaki desenler, eski Çin inançlarına dayanmaktadır. Eski Çinliler, dünyanın büyük bir kubbe şeklindeki gökyüzü ile kaplı bir kare olduğunu düşünüyorlardı. Bu aynadaki tasarımlar, antik Çin’in “Yuvarlak Gökyüzü, Kare Dünya” dünya görüşünü ve kozmolojisini sembolik olarak ifade ediyor.[7]
M.S. 1300’lerde metal boruların içine eritilmiş camlar konulmuş daha sonra bu camlar kurşun, kalay, civa ve amalgam gibi maddelerle karıştırılarak önce tümsek sonra düz aynalar üretilmiştir. İlk düz camdan aynalar 1500’lü yıllarda İtalya’da Venedik’te yapılmıştır. Alman Kimyacı K. Von Liebig 1835’te gümüş ve aldehitlerle ilk aynayı yapmıştır. Bugün ise aynalar, camın yüzeyinin alüminyum veya gümüş vakumlar altında ısıtılıp buharlaştırılmasıyla ve ardından camın yüzeyinin kaplanmasıyla yapılmaktadır.[2]
Aynalar, özellikle obsidyenden yapılmış olanlar, 16. yüzyıldan itibaren kehanet aracı olarak sıklıkla kullanılmıştır. Bunun nedeni, aynaların fiziksel ve ruhsal alem arasındaki perdeyi kaldırdığı inancıdır.[8]
Aynalar uzun zamandır insanlık tarihi boyunca sayısız mit ve hikayenin odak noktası olmuştur ve hem fantezi hem de bilim kurgu romanlarında güç kazanmaya devam etmektedir.[9]
Narcissus
Narcissus, suda aksine bakarken.
Mitolojide Ayna
Her kültürde farklı anlamlar yüklenen ayna, Sümerlerin Gılgamış Destanı’nda kurtarıcılık özelliğiyle ön plana çıkan bir motiftir. Bu destana göre Gılgamış ölümsüzlük iksirini bulmak için yola çıktığında Gemici Urşanabi’ye rastlar. Yanlış yolda olduğunu söyleyen Urşanabi, Gılgamış’a ormana geri dönmesini ve orada yüz yirmi küreği kesip meme şeklinde bir ayna yaparak, kendisine geri getirmesini ister. Bunun üzerine Gılgamış ormana gider ve Urşanabi’nin dediği şekilde aynayı yaparak ona verir. Böylece ikisi gemide bu aynayı kullanarak fırtınalı sularla boğuşurlar.
Gemide kullanılan bu kürekler, meme biçimindeki aynalar olarak tasvir edilir. Bunlar güçlü kürekler olduğu için geminin suda yürütülmesinde işlevseldir. Dolayısıyla Sümer mitolojisinde ayna, Gılgamış’ın doğru yola koyulmasında önemli rol oynayan bir araç olarak betimlenir.[10][2]
Ayna Sümerlerde olduğu gibi Yunanlılarda da değerli bir araçtır. Yunan mitolojisinde ayna sembolizmi bağlamında üzerinde durulan mitolojik kahramanlardan biri Narkissos’tur. Bu mitosa göre Narkissos’un uzun ömürlü olması için kendisini asla görmemesi gerekir. On altı yaşına geldiğinde o kadar alımlı ve güzel olur ki gören herkes ona âşık olur. Narkissos, bu durum karşısında kimseye aldırmaz.
Birgün Ekho adında bir peri Narkissos’u görür ve ona âşık olur. Fakat Ekho, aşkına karşılık bulamaz. Ekho’nun Narkissos’a seslenişi bir yankı olarak kendisine geri döner. Zamanla Ekho, üzüntüden zayıflar.
Birgün Narkissos avlanıp yorulduğu için berrak, sessiz ve güzel bir pınarın kenarına oturur. Sıcaktan bunalan Narkissos, su içmek için pınara eğilince kendi yansımasını görür ve ona âşık olur. Günlerce pınarın başında öylece kendisini seyredip durur.
Uzaktan Narkissos’un günden güne eridiğini gören Ekho, bu duruma çok üzülür. Mitosa göre kehanet gerçekleşir. Böylece Narkissos suda kendini gördüğü için hayatını kaybeder. Bu durumu görüp Narkissos’a acıyan periler, onun bedenini yakmak için odun toplamaya gider. Fakat geri döndüklerinde Narkissos’un vücudunun yerine bir çiçek bulurlar. Onun bedeni, bugün Nergiz adıyla bilinen Narkissos çiçeğine dönüşmüştür.
Bu mitosta su, bir ayna işlevini görmüştür. O, Narkissos’un kendini görmesini sağlamıştır. Fakat bir ayna olarak suyun gösterdiği görüntü, Narkissos’un hayatına mal olmuştur. Ayna estetiktir fakat içinde ölümcül bir durum barındırmıştır. Paradoksal bir etkiye sahip olan ayna, Yunan mitolojisinde çift yönlü oluşuyla önemli bir fenomen olarak mitoslarda kendine yer bulmuştur.[2]
Eski Çin mitolojisinde, canavarların büyüyle uyutuldukları, ancak bir gün dünyamızla savaşmak için yeniden yükselecekleri “Ayna Krallığı”nın hikayesi vardır. Gözümüzün köşelerinden aynalarda gördüğümüz tuhaf hareketler, bu sözde dünyanın uyanışındaki ilk hareketlerdir.[11]
Başka bir Çin inancına göre ise bir ailede ölüm gerçekleştiğinde, evdeki bütün putların üzeri, cesede ya da tabuta sergilenmeyecek bir biçimde, kırmızı kâğıtla örtülür ve bütün aynalar kaldırılır, çünkü aynada tabut yansıması gören kişinin yakın zamanda kendi ailesinden birinin kaybına neden olacağına inanılır. Kapı girişinin üzerine beyaz bir kumaş örtülür ve ölen kişi erkekse antrenin soluna, eğer kadınsa, antrenin sağına bir çan yerleştirilir.[12]
Bugün bile bir Çinlinin evini ziyaret ettiğinizde giriş kapısının üstüne yerleştirilmiş belirgin bir aynaya rastlayabilirsiniz. Bu normal bir ayna değil, ba-gua aynası ya da sekiz köşeli aynadır. Bu ayna oraya, istenmeyen ziyaretçileri ve düşünceleri kovmak için yerleştirilmiştir. Aynanın fiziksel yansıtma özelliği gibi ba-gua aynasının da kötü düşünceleri yansıttığına inanılır.[13]
Yunan mitolojisinde ayna bağlamında tıpkı Narkissos’ta olduğu gibi bugün Ege Bölgesi’nde Bodrum’da anlatılan önemli bir mitos vardır. Anlatıya göre Afrodit ile Hermes’in bir oğlu olur ve ona kendi isimlerini taşıması için Hermafrodit ismini verirler. O, on beş yaşına gelince yakışıklı ve alımlı bir erkek olur. Yerinde duramayan bu genç “Salmakis” adı verilen yere gelir. Bugün Bodrum’da “Bardakçı” diye anılan bu koyda güzel bir kızla karşılaşır.
Bir su perisi olan Salmakis, burada gün boyu yüzer, uzun saçlarını tarar ve öylece tüm vaktini geçirir. Salmakis tıpkı Narkissos gibi bu koyun berrak suyunda sürekli güzelliğine bakar ve kendine hayran kalır. Su, onun için güzelliğini yansıtan bir ayna işlevini görür.
Salmakis ve Hermafrodit birbirlerini görünce âşık olurlar. Kavuşmaları için tanrılara dua ederler. Salmakis, Hermafrodit’e sıkıca sarılınca ikisinin gövdesi tek beden haline dönüşür. Böylece bu beden ne erkek ne de dişi olur; fakat aynı zamanda o hem erkek hem de dişi olur. Batı’da Hermafrodit ismine yüklenen bir anlam da buradan gelmektedir. Ayna, bu mitosta estetiği gösteren işlevsel bir araç olarak ön plana çıkmıştır. Ayrıca Hermafrodit’i metamorfoza uğratması nedeniyle ayna bu mitosta bir dönüşüm simgesi olarak da yorumlanabilir.[14][2]
Ayna sembolizminin kullanıldığı diğer bir anlatı ise Yunan Tanrısı Zeus’un oğlu Dionysos ile ilgilidir. Yunan mitolojisinde Demeter, Zeus’tan olan çocuğu Persefon’la Sicilya’ya gider. Demeter, kızını Zeus’tan uzak tutmak için onu bir mağarada gizler. Fakat Zeus, kızına bir yılan biçiminde yaklaşır ve onu oğul Dionysos’a hamile bırakır.
Dionysos mağarada doğar ve orada beslenir. Bebeğin yanında bazı oyuncaklar vardır. Bunlar top, topaç, zar, altın elma ve bir parça yündür. Dionysos’un yanında bulunan diğer önemli bir nesne ise aynadır. Ayna, onun ölmeden önce gördüğü son semboldür. Çünkü Dionysos aynaya baktığında Zeus’un kıskanç karısı Hera’nın gönderdiği Titanları görür.
Titanlar, oynayan çocuğu yakalayıp yedi parçaya ayırır ve onları kazanda kaynatır. Zeus, kazanda kaynatılan çocuğunun kokusunu alınca mağaraya gelip Titanları öldürür. Mitosta ayna motifi Dionysos’un yüceliğini ifade etmek için kullanılmıştır. Nitekim sabahyıldızı, kapı, bilgelik tahtı, aslan ve ayna Yunan tanrı ya da tanrıçalarıyla ilişkilendirilen önemli sembollerdir.
Eski Yunan’da Zeus’un oğlu Dionysos’un parçalanması olayından sonra Dionysos tapımı başlamıştır. Bu tapımın amacı insanı bedensel ve ruhsal olarak kötülüklerden korumaktır. Bu felsefeye ya da külte Orfe tarafından öğretildiği için “Orfecilik” adı verilir. Bu felsefe okulunda gök cisimleri, Dionysos’un mağaradayken yanında bulunan zar, top ve ayna gibi nesnelerle özdeşleştirilmiştir.
Dolayısıyla Dionysos’un oyuncaklarının Yunan felsefesinde işaret ettiği başka bazı anlamlar da vardır. Buna göre zar, kimyasal maddelerin yapılarının modellerini ifade eden beş platonik cismi ifade eder. Bunlar eşit yüzeyleri olan küp, dört yüzlü, sekiz yüzlü, on ikiyüzlü ve yirmi yüzlü olarak bilinen cisimlerdir. Topaç, alt dünyaya atomlar olarak yansıyan gezegenleri sembolize eder. Ayna ise üstün dünyanın alta yansımasının ifade eden bir simgedir.
Ayna Mısır’da sadece ölümsüzlüğü ifade etmez, o aynı zamanda güzelliği yansıtan bir araçtır. İnsanlar gündelik hayatlarında onu yanlarından ayırmazlar. Bu çerçevede antik Mısır’da eski tanrıçalardan biri olan Hathor ayna ile özdeşleşmiştir. Hathor’a “Altın Bir” ifadesi de yakıştırılır.
Tarihten Bugüne Ayna
İnsan tarih öncesinden bugüne görüntüler ve yansımalarla ilgilenmiştir. İlk zamanlar parlak taşlar, su ve metal yüzeylerde kendi yansımalarını seyreden insanlar, ayna yapımından sonra kendi görüntülerini aynada seyretmeye başlamışlardır.[1]
İlkel ya da uygar birçok toplumda insan beğenilme duygusunu bu araç sayesinde doyuma ulaştırmıştır. Özgüven ve heyecan veren bu fenomen, birçok toplumda güç, şans ve samimiyet aracı olarak ifade bulmuştur. Bu bakımdan ayna, kişinin kendisini, dostlarını ve çevresini kabullenmesine aracılık etmiştir.[2]
Aynanın uzun bir geçmişi olduğu söylenebilir. Antik Çağlar’dan günümüze bu fenomen gizemli ve büyüleyici olarak bilinir. Metal ya da camdan yapılan ayna, tarihsel süreçte yapılış bakımından farklılık gösterse de işlevi açısından her zaman önemini korumuştur. Onun nasıl ve niçin ortaya çıktığı bilinirse etkisi de kendiliğinden ortaya çıkar.[3]
Ayna, sözlükte üzerine düşen ışıkları ve şekilleri yansıtan parlak bir nesne olarak ifade edilir.[4] Bu kelime, Farsça “âyîne“den gelmiştir. İlk önceleri cilalı demirden yapıldığı için “âyen” (demir) sözcüğüne binaen “ayna” denilmiştir.[49] Arapçası, akseden görüntü anlamındaki mir’âttır.[5][2]
Aynanın birden fazla özelliği vardır. Nesneleri olduğundan büyük ya da küçük gösterirler. Cin gibi soyut varlıklarla irtibat kurmada araç olarak da kullanılırlar. Hastanın ölüm anında nefes alıp almadığın anlamak için ağza ayna tutulur. Kararmaması için kılıf içerisinde tutulur. Paslanan aynalar, kil ve külle parlatılır. Nefes tutar, nefesten kararır. Hediye olarak verilir. Papağan konuşturmasında kullanılır. Pamuğa tutulursa yakar.[6]
Ayna, üzerine düşen görüntüyü olduğu gibi yansıtan bir nesnedir. O, yalan söylemez. Kendisine ne verilmişse onu aynen iade eder. Güzeli güzel, çirkini çirkin gösterir. Süslemez, yorum yapmaz. Genellikle gündüz bakılır. Geceleri bakılmaz. Çünkü ölümle korku arasında bir bağı çağrıştırır. Böylesi birçok özelliğinden dolayı ayna gizemli ve estetik bir öğe olarak sürekli insanın gündelik hayatında yer almıştır.
Alman Grimm Kardeşler tarafından yazılan bir halk masalı olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’de kötü kalpli cadı, her gün sihirli aynanın karşısına geçer ve şu cümleyi tekrar eder: “Ayna, ayna! Söyle bana. Bu dünyanın en güzeli kim, var mı benden güzeli?” Ayna sen, cevabını verir. Aslında bu doğru cevaptır. Çünkü henüz Pamuk Prenses yoktur. Fakat Pamuk Prenses büyüyüp güzel bir kız olunca ayna, cadıya hoşlanmayacağı başka bir doğruyu söyler. Dünyada en güzeli Pamuk Prenses’tir. Cadı, bu cevaptan hoşlanmaz ve kızı öldürmeye çalışır. Fakat her masalın sonunda olduğu gibi kötüler kaybeder, iyiler kazanır.
Masaldan anlaşılacağı gibi ayna, olduğu gibi yansıtan bir nesnedir. Yalansızdır. Kendisine yansıyan kişi nasılsa onu öylece gösterir. Kişinin kendisini bilmesini, tanımasını ve keşfetmesini sağlayan aynanın bu özelliği, onu birçok toplumda önemli kılmıştır.
Aynanın tarihine bakıldığında onun ilk olarak bundan sekiz bin yıl önce, Anadolu’da obsidyenden yapıldığı bilinmektedir. Anadolu’da asırlarca kullanılan obsidyen, volkanik patlamalar sonucu lavların soğumasıyla oluşan doğal camdır. Dünyanın en eski aynası, Çatal Höyük’te bulmuştur. Bu ayna, M.Ö. 6000’li yıllara aittir. Onun özelliği, obsidyenin bir yüzeyinin parlatılarak yapılmasıdır.
Mezopotamya’da ilk ayna M.Ö. 4000’lerde, Mısır’da ise M.Ö. 3000’lerde bakırın parlatılmasıyla elde edilmiştir. Obsidyen olmayınca bakır, bakır olmayınca ayna bronzun parlatılmasıyla yapılmıştır. Çinliler, M.Ö. 2000’lerde bronzu parlatarak aynayı elde etmişlerdir. Bu madenlerin olmadığı zamanlarda da insanlar su dolu kapları ya da parlatılmış katı taşları ayna olarak kullanmıştır.[2]
Japonya’da yapılan kazılarda, Yayoi Dönemi (M.Ö. 200 - MS 250) ve Kofun Dönemi (MS 250 - 552) kalma önemli insanların mezarlarından çok sayıda bronz ayna bulundu. Bu, bize Japonların da aynaların doğaüstü güçleri olduğunu düşündüklerini gösteriyor. Japonlar, bu tür aynaları festivaller ve şeytan çıkarma için kullandılar — aynalar gücün bir simgesiydi!
Asya aynalarının mistik çağrışımları, arka kısımlarına kalıplanmış desen ve yazıtlardan da görülebilir. Bir aynadaki desenlere bakalım ve bu desenlerin yapıldığı zamanın düşüncesini nasıl yansıttığını görelim. Geometrik Desenli ve Dört Ruhlu Ayna, Erken Han Hanedanlığı’nın sonundan Geç Han Hanedanlığı’na (yaklaşık M.Ö. 1. yüzyıldan M.S. 2. yüzyıla kadar) Çin’de çok sayıda yapılan bir ayna türünün bir örneğidir ve Japon Yayoi Dönemi’ne karşılık gelir. Bu aynaların çoğu, Kore aracılığıyla Japonya’ya getirilmiştir.
antik ayna
Geometrik Desenli ve Dört Ruhlu Ayna. Bronz, 18,3 cm çapında. Han Hanedanı, Çin. Kazı alanı bilinmiyor. (Kyoto Ulusal Müzesi)
Üstteki aynadaki desenler, eski Çin inançlarına dayanmaktadır. Eski Çinliler, dünyanın büyük bir kubbe şeklindeki gökyüzü ile kaplı bir kare olduğunu düşünüyorlardı. Bu aynadaki tasarımlar, antik Çin’in “Yuvarlak Gökyüzü, Kare Dünya” dünya görüşünü ve kozmolojisini sembolik olarak ifade ediyor.[7]
M.S. 1300’lerde metal boruların içine eritilmiş camlar konulmuş daha sonra bu camlar kurşun, kalay, civa ve amalgam gibi maddelerle karıştırılarak önce tümsek sonra düz aynalar üretilmiştir. İlk düz camdan aynalar 1500’lü yıllarda İtalya’da Venedik’te yapılmıştır. Alman Kimyacı K. Von Liebig 1835’te gümüş ve aldehitlerle ilk aynayı yapmıştır. Bugün ise aynalar, camın yüzeyinin alüminyum veya gümüş vakumlar altında ısıtılıp buharlaştırılmasıyla ve ardından camın yüzeyinin kaplanmasıyla yapılmaktadır.[2]
Aynalar, özellikle obsidyenden yapılmış olanlar, 16. yüzyıldan itibaren kehanet aracı olarak sıklıkla kullanılmıştır. Bunun nedeni, aynaların fiziksel ve ruhsal alem arasındaki perdeyi kaldırdığı inancıdır.[8]
Aynalar uzun zamandır insanlık tarihi boyunca sayısız mit ve hikayenin odak noktası olmuştur ve hem fantezi hem de bilim kurgu romanlarında güç kazanmaya devam etmektedir.[9]
Narcissus
Narcissus, suda aksine bakarken.
Mitolojide Ayna
Her kültürde farklı anlamlar yüklenen ayna, Sümerlerin Gılgamış Destanı’nda kurtarıcılık özelliğiyle ön plana çıkan bir motiftir. Bu destana göre Gılgamış ölümsüzlük iksirini bulmak için yola çıktığında Gemici Urşanabi’ye rastlar. Yanlış yolda olduğunu söyleyen Urşanabi, Gılgamış’a ormana geri dönmesini ve orada yüz yirmi küreği kesip meme şeklinde bir ayna yaparak, kendisine geri getirmesini ister. Bunun üzerine Gılgamış ormana gider ve Urşanabi’nin dediği şekilde aynayı yaparak ona verir. Böylece ikisi gemide bu aynayı kullanarak fırtınalı sularla boğuşurlar.
Gemide kullanılan bu kürekler, meme biçimindeki aynalar olarak tasvir edilir. Bunlar güçlü kürekler olduğu için geminin suda yürütülmesinde işlevseldir. Dolayısıyla Sümer mitolojisinde ayna, Gılgamış’ın doğru yola koyulmasında önemli rol oynayan bir araç olarak betimlenir.[10][2]
Ayna Sümerlerde olduğu gibi Yunanlılarda da değerli bir araçtır. Yunan mitolojisinde ayna sembolizmi bağlamında üzerinde durulan mitolojik kahramanlardan biri Narkissos’tur. Bu mitosa göre Narkissos’un uzun ömürlü olması için kendisini asla görmemesi gerekir. On altı yaşına geldiğinde o kadar alımlı ve güzel olur ki gören herkes ona âşık olur. Narkissos, bu durum karşısında kimseye aldırmaz.
Birgün Ekho adında bir peri Narkissos’u görür ve ona âşık olur. Fakat Ekho, aşkına karşılık bulamaz. Ekho’nun Narkissos’a seslenişi bir yankı olarak kendisine geri döner. Zamanla Ekho, üzüntüden zayıflar.
Birgün Narkissos avlanıp yorulduğu için berrak, sessiz ve güzel bir pınarın kenarına oturur. Sıcaktan bunalan Narkissos, su içmek için pınara eğilince kendi yansımasını görür ve ona âşık olur. Günlerce pınarın başında öylece kendisini seyredip durur.
Uzaktan Narkissos’un günden güne eridiğini gören Ekho, bu duruma çok üzülür. Mitosa göre kehanet gerçekleşir. Böylece Narkissos suda kendini gördüğü için hayatını kaybeder. Bu durumu görüp Narkissos’a acıyan periler, onun bedenini yakmak için odun toplamaya gider. Fakat geri döndüklerinde Narkissos’un vücudunun yerine bir çiçek bulurlar. Onun bedeni, bugün Nergiz adıyla bilinen Narkissos çiçeğine dönüşmüştür.
Bu mitosta su, bir ayna işlevini görmüştür. O, Narkissos’un kendini görmesini sağlamıştır. Fakat bir ayna olarak suyun gösterdiği görüntü, Narkissos’un hayatına mal olmuştur. Ayna estetiktir fakat içinde ölümcül bir durum barındırmıştır. Paradoksal bir etkiye sahip olan ayna, Yunan mitolojisinde çift yönlü oluşuyla önemli bir fenomen olarak mitoslarda kendine yer bulmuştur.[2]
Eski Çin mitolojisinde, canavarların büyüyle uyutuldukları, ancak bir gün dünyamızla savaşmak için yeniden yükselecekleri “Ayna Krallığı”nın hikayesi vardır. Gözümüzün köşelerinden aynalarda gördüğümüz tuhaf hareketler, bu sözde dünyanın uyanışındaki ilk hareketlerdir.[11]
Başka bir Çin inancına göre ise bir ailede ölüm gerçekleştiğinde, evdeki bütün putların üzeri, cesede ya da tabuta sergilenmeyecek bir biçimde, kırmızı kâğıtla örtülür ve bütün aynalar kaldırılır, çünkü aynada tabut yansıması gören kişinin yakın zamanda kendi ailesinden birinin kaybına neden olacağına inanılır. Kapı girişinin üzerine beyaz bir kumaş örtülür ve ölen kişi erkekse antrenin soluna, eğer kadınsa, antrenin sağına bir çan yerleştirilir.[12]
Bugün bile bir Çinlinin evini ziyaret ettiğinizde giriş kapısının üstüne yerleştirilmiş belirgin bir aynaya rastlayabilirsiniz. Bu normal bir ayna değil, ba-gua aynası ya da sekiz köşeli aynadır. Bu ayna oraya, istenmeyen ziyaretçileri ve düşünceleri kovmak için yerleştirilmiştir. Aynanın fiziksel yansıtma özelliği gibi ba-gua aynasının da kötü düşünceleri yansıttığına inanılır.[13]
Yunan mitolojisinde ayna bağlamında tıpkı Narkissos’ta olduğu gibi bugün Ege Bölgesi’nde Bodrum’da anlatılan önemli bir mitos vardır. Anlatıya göre Afrodit ile Hermes’in bir oğlu olur ve ona kendi isimlerini taşıması için Hermafrodit ismini verirler. O, on beş yaşına gelince yakışıklı ve alımlı bir erkek olur. Yerinde duramayan bu genç “Salmakis” adı verilen yere gelir. Bugün Bodrum’da “Bardakçı” diye anılan bu koyda güzel bir kızla karşılaşır.
Bir su perisi olan Salmakis, burada gün boyu yüzer, uzun saçlarını tarar ve öylece tüm vaktini geçirir. Salmakis tıpkı Narkissos gibi bu koyun berrak suyunda sürekli güzelliğine bakar ve kendine hayran kalır. Su, onun için güzelliğini yansıtan bir ayna işlevini görür.
Salmakis ve Hermafrodit birbirlerini görünce âşık olurlar. Kavuşmaları için tanrılara dua ederler. Salmakis, Hermafrodit’e sıkıca sarılınca ikisinin gövdesi tek beden haline dönüşür. Böylece bu beden ne erkek ne de dişi olur; fakat aynı zamanda o hem erkek hem de dişi olur. Batı’da Hermafrodit ismine yüklenen bir anlam da buradan gelmektedir. Ayna, bu mitosta estetiği gösteren işlevsel bir araç olarak ön plana çıkmıştır. Ayrıca Hermafrodit’i metamorfoza uğratması nedeniyle ayna bu mitosta bir dönüşüm simgesi olarak da yorumlanabilir.[14][2]
Ayna sembolizminin kullanıldığı diğer bir anlatı ise Yunan Tanrısı Zeus’un oğlu Dionysos ile ilgilidir. Yunan mitolojisinde Demeter, Zeus’tan olan çocuğu Persefon’la Sicilya’ya gider. Demeter, kızını Zeus’tan uzak tutmak için onu bir mağarada gizler. Fakat Zeus, kızına bir yılan biçiminde yaklaşır ve onu oğul Dionysos’a hamile bırakır.
Dionysos mağarada doğar ve orada beslenir. Bebeğin yanında bazı oyuncaklar vardır. Bunlar top, topaç, zar, altın elma ve bir parça yündür. Dionysos’un yanında bulunan diğer önemli bir nesne ise aynadır. Ayna, onun ölmeden önce gördüğü son semboldür. Çünkü Dionysos aynaya baktığında Zeus’un kıskanç karısı Hera’nın gönderdiği Titanları görür.
Titanlar, oynayan çocuğu yakalayıp yedi parçaya ayırır ve onları kazanda kaynatır. Zeus, kazanda kaynatılan çocuğunun kokusunu alınca mağaraya gelip Titanları öldürür. Mitosta ayna motifi Dionysos’un yüceliğini ifade etmek için kullanılmıştır. Nitekim sabahyıldızı, kapı, bilgelik tahtı, aslan ve ayna Yunan tanrı ya da tanrıçalarıyla ilişkilendirilen önemli sembollerdir.
Eski Yunan’da Zeus’un oğlu Dionysos’un parçalanması olayından sonra Dionysos tapımı başlamıştır. Bu tapımın amacı insanı bedensel ve ruhsal olarak kötülüklerden korumaktır. Bu felsefeye ya da külte Orfe tarafından öğretildiği için “Orfecilik” adı verilir. Bu felsefe okulunda gök cisimleri, Dionysos’un mağaradayken yanında bulunan zar, top ve ayna gibi nesnelerle özdeşleştirilmiştir.
Dolayısıyla Dionysos’un oyuncaklarının Yunan felsefesinde işaret ettiği başka bazı anlamlar da vardır. Buna göre zar, kimyasal maddelerin yapılarının modellerini ifade eden beş platonik cismi ifade eder. Bunlar eşit yüzeyleri olan küp, dört yüzlü, sekiz yüzlü, on ikiyüzlü ve yirmi yüzlü olarak bilinen cisimlerdir. Topaç, alt dünyaya atomlar olarak yansıyan gezegenleri sembolize eder. Ayna ise üstün dünyanın alta yansımasının ifade eden bir simgedir.
Ayna Mısır’da sadece ölümsüzlüğü ifade etmez, o aynı zamanda güzelliği yansıtan bir araçtır. İnsanlar gündelik hayatlarında onu yanlarından ayırmazlar. Bu çerçevede antik Mısır’da eski tanrıçalardan biri olan Hathor ayna ile özdeşleşmiştir. Hathor’a “Altın Bir” ifadesi de yakıştırılır.